Dosttan yana yüzünüz gülsün!
28 Şubat 2019, Perşembe 22:39 Merhaba,
Dost, dostlar, dostluk…
Bunların anlamını biliyor, hele bir de bunlara sahipseniz ne mutlu size.
Ben dostlarım olduğunu ve birilerine dost olduğumu biliyorum, hissediyorum, yaşıyorum, yaşatmaya çalışıyorum.
Moralinizin en bozuk olduğu anlarda bir dostunuzun sesiyle, bakışıyla hareketiyle kendinize gelmediniz mi hiç?
Çok büyük acılarınızın, kayıplarınızın olduğu zamanlarda bir dost eli değmedi mi omuzunuza ?
Onun sizi teselli eden sesiyle biraz olsun hafiflemedi mi yüreğiniz?
Hep karşıdan beklemek değil tabi ki dostluk, aynı şekilde karşılık verebilmek, dostunuzun acılarını, sevinçlerini paylaşabilmek, anı biriktirmek ve uzun yıllar devam ettirebilmek.
Görmediğiniz de gidip görmek, gidemeseniz de telefon da sesini duyabilmek, duygularınızın karşılıklı olabilmesi, bunların tarifi yok elbet.
Şu an saat 02:22 ben her zaman ki gibi uyku problemi çekiyorum, yazarak vakit geçirmek istedim ve aklıma bu duygularım geldi. Niye bilmiyorum, belki bir kaç gündür, uzun süredir görüşemediğimiz arkadaşlarımla , akrabalarımla görüştüğüm, telefonlaştığım için duygularım yoğunlaştı. Aslında ben bunu sık sık yapıyorum, araları hiç uzatmıyorum ve karşılığını da aynen alıyorum. İlkokuldan, ortaokuldan, liseden, üniversiteden, kaldığımız şehirlerden ayrıldıktan sonra bile uzun aralar olmasına rağmen görüşüyoruz ve devam ettirebiliyoruz, arkadaşlıklarımızı, dostluklarımızı, içten geldiği için de o kadar keyifli oluyor ki. Hatta bizim dostluklarımız eşler ve çocuklar arasında da devam ediyor.
Bir kaç gün önce Sayın Doğan Cüceloğlu bir okurunun mektubunu paylaşmış, takipçileriyle. Okur İstanbul’da yaşayanların her gün karşılaştıkları komşularıyla bile verilen selamı zoraki kabul edişlerinden, görmezlikten gelmeye çalıştıklarından bahsetmiş. İşler yoğunlaştıkça, insanlar yaşam koşuşturmacasında etraflarındakileri farketmiyorlar mı acaba diye düşündüm . Empati yapmaya çalıştım, ama mantığım kabul etmek istemiyor. Biz de eşimin görevi nedeniyle bir çok şehir de yaşadık, büyük şehirlerde de yaşadık. İnsanlarla iletişim kurmaktan, çevremi gözlemlemekten, geçtiğim yerlerdeki işyerlerini, çalışanlarıyla merhabalaşmaktan hiç bir zaman vaz geçmedim. Hatta günaydın, iyi günler veya merhabaları zorla aldım, ben vazgeçmedim, vermeyenleri vaz geçirdim. Yapıyla ilgili zannediyorum.
Yine Ahmet Şerif İzgören’in bir kitabında okumuştum. Bir üniversite de ders veriyor, sınavda öğrencilerine tek bir soru soruyor. Okuldaki bayan hizmetlinin ismini, öğrenciler görevlinin yaka kartında ismi yazdığı halde, her gün gördükleri kadını farketmediklerini kendilerine sınav sorusu olarak geldiğin de farkediyorlar. Sınavdan sonra herkes öğreniyor, tabi kadıncağız da yazarımıza teşekkür ediyor bu olaydan sonra bütün öğrencilerin her gördüklerinde kendisiyle selamlaştıklarını söyleyerek.
Çevremizde ne olup bitiyor ilgilenmiyoruz, işimiz düştüğünde ya da birileri fark ettirirse dikkat ediyoruz, insanlar birbirleriyle konuştukça, paylaştıkça hafifliyorlar ve mutlu oluyorlar. Bir de anne babalar çocuklarımıza biraz sorumluluk verelim, gerekirse gitsinler üniversiteyi tek başlarına okusunlar, çalışırken işlerini kendileri yapsınlar. Anne baba yanından hiç ayrılmamış gençlerle, kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmiş gençler o kadar fark ediyor ki. Anne babanın yanında üniversiteyi okumuş, meslek sahibi olmuş, çalışmaya başlamış, maaşını almış, bunları demiyorum. Yanında ebeveynleri olmadan hayatını idame ettirebilen gençlerden bahsediyorum, inanın evliliklerine bile yansıyor. Her şeye hazır alışmış, hep karşıdan bekleyen doyumsuz, ana kuzuları olmasın çocuklarımız, dostlukları bile karşıdan bekler hale geliyorlar.
Dostluklar emek istiyor, fedakarlık, yaşanmışlık, paylaşımcılık istiyor.
Kurulan tüm dostluklarınızın hiç kırgınlık olmadan uzun yıllar devam etmesi dileğiyle.
Dost, dostlar, dostluk…
Bunların anlamını biliyor, hele bir de bunlara sahipseniz ne mutlu size.
Ben dostlarım olduğunu ve birilerine dost olduğumu biliyorum, hissediyorum, yaşıyorum, yaşatmaya çalışıyorum.
Moralinizin en bozuk olduğu anlarda bir dostunuzun sesiyle, bakışıyla hareketiyle kendinize gelmediniz mi hiç?
Çok büyük acılarınızın, kayıplarınızın olduğu zamanlarda bir dost eli değmedi mi omuzunuza ?
Onun sizi teselli eden sesiyle biraz olsun hafiflemedi mi yüreğiniz?
Hep karşıdan beklemek değil tabi ki dostluk, aynı şekilde karşılık verebilmek, dostunuzun acılarını, sevinçlerini paylaşabilmek, anı biriktirmek ve uzun yıllar devam ettirebilmek.
Görmediğiniz de gidip görmek, gidemeseniz de telefon da sesini duyabilmek, duygularınızın karşılıklı olabilmesi, bunların tarifi yok elbet.
Şu an saat 02:22 ben her zaman ki gibi uyku problemi çekiyorum, yazarak vakit geçirmek istedim ve aklıma bu duygularım geldi. Niye bilmiyorum, belki bir kaç gündür, uzun süredir görüşemediğimiz arkadaşlarımla , akrabalarımla görüştüğüm, telefonlaştığım için duygularım yoğunlaştı. Aslında ben bunu sık sık yapıyorum, araları hiç uzatmıyorum ve karşılığını da aynen alıyorum. İlkokuldan, ortaokuldan, liseden, üniversiteden, kaldığımız şehirlerden ayrıldıktan sonra bile uzun aralar olmasına rağmen görüşüyoruz ve devam ettirebiliyoruz, arkadaşlıklarımızı, dostluklarımızı, içten geldiği için de o kadar keyifli oluyor ki. Hatta bizim dostluklarımız eşler ve çocuklar arasında da devam ediyor.
Bir kaç gün önce Sayın Doğan Cüceloğlu bir okurunun mektubunu paylaşmış, takipçileriyle. Okur İstanbul’da yaşayanların her gün karşılaştıkları komşularıyla bile verilen selamı zoraki kabul edişlerinden, görmezlikten gelmeye çalıştıklarından bahsetmiş. İşler yoğunlaştıkça, insanlar yaşam koşuşturmacasında etraflarındakileri farketmiyorlar mı acaba diye düşündüm . Empati yapmaya çalıştım, ama mantığım kabul etmek istemiyor. Biz de eşimin görevi nedeniyle bir çok şehir de yaşadık, büyük şehirlerde de yaşadık. İnsanlarla iletişim kurmaktan, çevremi gözlemlemekten, geçtiğim yerlerdeki işyerlerini, çalışanlarıyla merhabalaşmaktan hiç bir zaman vaz geçmedim. Hatta günaydın, iyi günler veya merhabaları zorla aldım, ben vazgeçmedim, vermeyenleri vaz geçirdim. Yapıyla ilgili zannediyorum.
Yine Ahmet Şerif İzgören’in bir kitabında okumuştum. Bir üniversite de ders veriyor, sınavda öğrencilerine tek bir soru soruyor. Okuldaki bayan hizmetlinin ismini, öğrenciler görevlinin yaka kartında ismi yazdığı halde, her gün gördükleri kadını farketmediklerini kendilerine sınav sorusu olarak geldiğin de farkediyorlar. Sınavdan sonra herkes öğreniyor, tabi kadıncağız da yazarımıza teşekkür ediyor bu olaydan sonra bütün öğrencilerin her gördüklerinde kendisiyle selamlaştıklarını söyleyerek.
Çevremizde ne olup bitiyor ilgilenmiyoruz, işimiz düştüğünde ya da birileri fark ettirirse dikkat ediyoruz, insanlar birbirleriyle konuştukça, paylaştıkça hafifliyorlar ve mutlu oluyorlar. Bir de anne babalar çocuklarımıza biraz sorumluluk verelim, gerekirse gitsinler üniversiteyi tek başlarına okusunlar, çalışırken işlerini kendileri yapsınlar. Anne baba yanından hiç ayrılmamış gençlerle, kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmiş gençler o kadar fark ediyor ki. Anne babanın yanında üniversiteyi okumuş, meslek sahibi olmuş, çalışmaya başlamış, maaşını almış, bunları demiyorum. Yanında ebeveynleri olmadan hayatını idame ettirebilen gençlerden bahsediyorum, inanın evliliklerine bile yansıyor. Her şeye hazır alışmış, hep karşıdan bekleyen doyumsuz, ana kuzuları olmasın çocuklarımız, dostlukları bile karşıdan bekler hale geliyorlar.
Dostluklar emek istiyor, fedakarlık, yaşanmışlık, paylaşımcılık istiyor.
Kurulan tüm dostluklarınızın hiç kırgınlık olmadan uzun yıllar devam etmesi dileğiyle.